21 Aralık 2011 Çarşamba

BASKETBOL BİR YAŞAM TARZIDIR

Sevgili Gençler,

Hayatta tecrübe edinmenin en etkin yolu deneyimlemektir. Bir şey bizlere ne kadar anlatılırsa anlatılsın, kendimiz yaşamadan, kendimiz denemeden neyin doğru, neyin yanlış olduğunuzu anlamamız zaman alır. Bu süreci kısaltmak için yapılabilecek en güzel şey büyüklerimizin bize anlattığı olayları özümsemek ve onların öğütlerini dinlemektir.


Şimdi sizlere basketbolun hayatımdaki yerini anlatarak, tecrübelerimi sizlere aktararak gelişim sürecinizde sizlere destek olmak amacındayım. Umarım yaşadıklarım ve öğütlerim işinize yarar...


Basketbolla ilk tanıştığımda 8 yaşındaydım, benden 10 yaş büyük olan ağabeyim beni bir basketbol maçı izlemeye götürmüştü. Maçın heyecanı, sahadaki oyuncuların heybeti, seyircilerin coşkusu beni büyülemişti. Her şeyini örnek aldığım ağabeyim de basketbolcuydu ve onun spor ayakkabılarına, formalarına, bilekliklerine o kadar çok özeniyordum ki... O an kararımı verdim mutlaka ben de iyi bir basketbolcu olacaktım...


Hemen o yaz ailemin başının etini yemeye başladım, bana basketbol oynatmaları için her fırsatta gereken her şeyi yaptım. Evimiz Kızıltoprak’ta olduğu için bize en yakın yer olan Fenerbahçe Dereağzı tesislerinde minik takım ile antrenmanlara başladım. Aslında koyu bir Galatasaray taraftarıydım ama Avrupa yakasındaki Galatasaray tesislerinde yapılan antrenmanlara katılamayacağım için Fenerbahçe’de oynamaktan başka çarem yoktu. İçimdeki basketbol aşkı o kadar büyüktü ki hangi takımda oynadığıma fazla önem vermeden antrenmanlara devam ettim. Takımdaki çocukların yaşı benden daha büyüktü ve onlar benden daha uzun süredir basketbol oynuyorlardı. Ben onların yaptıklarını beceremiyordum, evet uzun boylu bir çocuktum ama iyi basketbol oynayabilmek için daha güçlü ve daha çabuk olmak gerekiyordu. Üstelik bunlar da yeterli değildi, çok ama çok çalışmak en önemlisiydi.


Kısa bir süre sonra takım arkadaşlarım benim beceriksizliklerimle dalga geçmeye başladılar, her geçen gün cesaretim kırılıyordu ama asla basketbolcu olmaktan vazgeçmeye niyetim yoktu. Akşam yatağıma yattığım zaman gözlerimi kapatıp kendimi milli takım formasıyla hayal ediyordum.


6. sınıfa başladığım zaman okul takımı seçmelerine katıldım ve sonuncu olarak takıma seçildim. Bir yıl boyunca hiç bir antrenmanı kaçırmadım, takımımız Türkiye 2. si oldu ama benim bu başarıda katkım olduğunu söylemek imkansızdı, yıl boyunca oynanan 30 maç boyunca sadece 2 ya da 3 dakika oyuna girebilmiş ve sadece 1 basket atabilmiştim.


O yaz basketbol yaşantımın dönüm noktası oldu, arkadaşlarımın alaylarına kulaklarımı tıkayıp deli gibi antrenman yapmaya başladım, çok ama çok çalıştım, yeni sezon başladığı zaman artık daha güçlü ve hızlıydım, sağ ve sol turnike atmayı çok iyi öğrenmiştim, şutlarım pek girmiyordu ama faul atışlarım fena değildi, savunma yapmanın kazanmak için ne kadar önemli olduğunu kavramıştım, top her potaya atıldığında rakibimi box ederek rebound almaya çalışıyordum. Antrenörümüzün dikkatini çekmeyi ve takım arkadaşlarımın saygısını kazanmayı başarmıştım. Antrenörüm bana basketbolun tüm inceliklerini öğretmeye çalışıyordu. Artık ilk 5 in değişmez oyuncusu olmuştum... Bir sezon sonra kulüp takımında da oynamayı başardım ve kısa süre sonra en büyük hayalim olan milli formaya kavuştum. Bu formaya kavuşmamda beni her çalıştıran antrenörün ve birlikte oynadığım her takım arkadaşımın payı büyüktür. Basketbol bir takım sporudur. 24 yaşında ağır bir sakatlık geçirip basketbolu bırakmak zorunda kalana dek 43 kez milli formayı giydim ve takımımla birlikte bir çok şampiyonluk kazandım ve bir çok ödül aldım.


Basketbolu bıraktıktan sonra çok sevdiğim genç arkadaşlarıma deneyimlerimi aktarabilmek ve basketbola dair bildiklerimi öğretebilmek için bir basketbol okulu kurdum ve sizlerle geçirdiğim zamanlar hayatımın en keyifli anları oldu. Basketbola başlayan her yeni oyuncu adayıyla birlikte tüm basketbol hayatımı en başından sonuna kadar tekrar yaşıyormuş hissine kapılıyor ve güzel anılarımı tazeleme fırsatı buluyorum. Basketbolcu olma yolunda genç oyunculara destek vermek beni çok mutlu ediyor.


Şimdi bu yazdıklarımdan çıkartmamız gereken öğütlere bir göz atalım.


1-) Yetenekli olmak veya iyi bir fiziğe sahip olmak basketbolcu olmak için yeterli değildir.
2-) Basketbolcu olmak için çok ama çok çalışmak gerekir.
3-) Hiç kimsenin ve hiç bir şeyin umutlarınızı ve cesaretinizi kırmasına asla izin vermeyin.
4-) Antrenörünüzün size söylediklerini eksiksiz olarak yapmaya çalışın.
5-) Basketbolun bir takım sporu olduğunu unutmayın, sahada tek başınıza hiç bir şey yapamazsınız ama takımınız sizi desteklerse en iyilerden birisi olabilirsiniz, takımınızdan destek alabilmek için siz de takımınızı destekleyin.
6-) Basketbol belli bir yaşa kadar yapılabilen bir spordur, basketbol oynamayı bıraktıktan sonra hayatınızın geri kalanında ne yapacağınız çok önemlidir, derslerinizi asla aksatmayın, mutlaka iyi bir üniversiteden mezun olabilmek için çok çalışın.
7-) Bir gün siz de benim gibi deneyimlerinizi sizden daha genç oyuncu adaylarına aktararak basketbol sporunun ilerlemesine katkıda bulunun.

BASKETBOL BİR YAŞAM TARZIDIR, bu kültüre uygun örnek davranışlar sergileyerek basketbol ailesine karşı üstlendiğiniz sorumluluğu lütfen yerine getirin.


Kucak dolusu sevgiler ve sonsuz başarılar diliyorum...


Cihat LEVENT

3 Aralık 2011 Cumartesi

HEPİMİZ DÜNYA'DAN EFE AY'DAN...

Bazı anlar, bazı olaylar vardır ki bir şeylerin akışını değiştirirler.

Hepimizin yaşadığı bazı anlar veya olaylar hayat akışımızı değiştirmiştir; elbette o an veya olaylar bizler üzerinde derin izler bırakırlar, kendi yaşam amaçlarımızı gerçekleştirmemize, deneyimlerimizi artırmamıza ve gelecek nesillere deneyimlerimizi aktararak, arkamızda eserler bırakmamıza neden olurlar.

Bu bizlerin yaşam yolunda attığımız adımlarla kendimizi gerçekleştirme yöntemimizdir.

Bazı insanlar o kadar önemli an ve olaylara imza koyarlar ki, onların gerçekleştirdikleri şeyler sadece kendilerini veya yakınlarını değil geniş kitleleri etkiler.

1980 yılında tek televizyon kanalı olan TRT de siyah beyaz olarak yayınlanan ”Beyaz Gölge” diye bir dizi vardı ve Coach Reeves ile oyuncuları tüm Türkiye’ye dalga dalga basketbol sevgisi aşılıyorlardı. Şans bu ya aynı yıllarda Basketbol Milli Takımımız da oldukça iyi performans sergiliyordu.

8 yaşımda adım attığım Basketbol Ailesi’nin 37 yıllık ve hafızası oldukça kuvvetli bir ferdi olarak durup düşündüğümde zihnimde canlanan en önemli anlarda hep aynı vizyon ve hep aynı başrol oyuncusu var.

Yıl 1981, o zamanlar Avrupa Şampiyonası’na gitmek hayal gibi bir şey ve Avrupa Şampiyonası elemesi olarak “Challenge Round” adı altında zorlu bir turnuva oynanıyor. Avrupa Şampiyonası’na gidebilmek için hayati Finlandiya maçını mutlaka kazanmak gerekiyor. Bitime 3 saniye kala 2 sayı gerideyiz ve top kenardan bizde, o zamanlar 3 sayı kuralı yok, maçı uzatmaya götürmek için sayıları bulmak zorundayız. Top kenardan oyuna sokuluyor ve Efe ağabey 7-8 metre uzaktan el üzerinden müthiş bir şut atıyor, işte o şut, o an hepimizin kaderini değiştiriyor...

Son saniyede yakalanan beraberlik sonrası uzatma devresinde kazanılan Finlandiya maçı ve bir kaç ay sonrasında gelen ilk Balkan Şampiyonluğumuzla Türk Basketbolu’nun kaderi değişiyordu ve bu kaderde tarihi yazan altın adamlardan en önemlisi elbette Efe Aydan olmuştu...

Elbette o şutu atarken amacı tarih yazmak değildi, O sadece her takım oyuncusu gibi üzerine düşeni yapmaya çalışıyordu, ama “BÜYÜK ADAM” olmak dedikleri zaten böyle bir şeydi. Büyük adamlar sıradan işler yaptıklarını düşünürken bile aslında tarih yazanlardır, onlar, bizlerin hayal bile edemeyeceği büyük işleri öylesine sıradanlıkla gerçekleştirirler ki sadece kendilerinin değil kitlelerin kaderini değiştirirler.

Basketbol Okulları Birliği Derneği’nin 2009 Basketbola Hizmet Ödül Töreninde kendisine takdim edilen minicik bir ödülü büyük bir tevazu ile kabul eden ve teşekkür konuşmasında “YAŞARKEN HATIRLANMAK” deyimini kullanarak gözlerimin dolmasına sebep olan Efe ağabeyime ne kadar teşekkür etsem azdır.

Sevgili Efe ağabey, eğer sen o sayıyı atmasaydın “Türk Basketbolu bugünlere gelebilir miydi ?” veya “Ne zaman gelirdi ?” sorularını her ortamda herkesle tartışmaya hazırım. Hayatını basketboldan kazanan bizler bir çok şeyimizi senin attığın sayılara, aldığın reboundlara, yaptığın bloklara, kaptığın toplara, verdiğin paslara, hırsına, yeteneğine, çalışkanlığına ve örnek kişiliğine borçluyuz.


Seni “HATIRLAMAK” veya “YAŞARKEN HATIRLANMAK” gibi anlamsız deyimleri lütfen bir daha kullanma çünkü sen hiç bir zaman aklımızdan çıkmıyorsun zaten...

Cihat LEVENT

3 Mart 2011 Perşembe

YENİLMEZ ARMADA VE GRANİT

Tarih 04.05.1985, Spor ve Sergi Sarayı’nın soğuk ve rutubetli koridorlarından geçerek soyunma odasının yolunu tutuyorum. Maç çok önemli, aslında daha önemli maç yok, çünkü sezonun son maçı, Efes Pilsen ile finali oynayacağız.

Galatasaray soyunma odası çok fena bir yer, oyuncu başına 5 idareci düşüyor ve hepsi sigara veya puro içiyorlar, ne oturup ayakkabımızı bağlayabiliyoruz ne de nefes alabiliyoruz. Yenilmez Armada günlerini hafızalarında yaşamak isteyen eski basketbolcu ağabeylerimizin kahramanlık hikayeleri ile büyüyoruz.

Soyunma odasına varıyorum ama bir boşluk var, sanki bu boşluğu soyunma odasında değil de yüreğimin derinliklerinde hissediyorum. Hiçbir idareci, hiçbir eski oyuncu yok. Kelimeler zihnimde birleşiyor ve içimde sessiz bir monolog gelişiyor.

- Oğlum Cihat bu sefer yandık, kimse bize inanmıyor, yalnız kaldık, zaten Efes çok iyi takım ve çok formdalar, son maçta da bizi yenmişlerdi zaten, şimdi mahvolduk hayatta kazanamayız !!!

Tam o sırada Teknik Direktörümüz Yalçın Granit giriyor içeriye ve doğruca yanıma geliyor. Bendeki panik zirveye çıkıyor, her zamanki asık yüz ifadesi ve elinde oynamaktan asla vazgeçemediği anahtarlığı ile gözlerimin içine bakıyor. Belli ki maçı daha önce kafasında oynamış ve sonucu biliyor. Hemen söze giriyor.

- Cihat, biz bu maça iyi başlayacağız ama ikinci yarıda bizi yakalayacaklar, o zaman sen sahneye çıkacaksın ve muhtemelen seni Emir savunuyor olacak, sen ondan daha hızlısın, at şutlarını senin üzerine gelmek zorunda kalsın ve hayatın boyunca yapmadığın bir şeyi yap dal içeriye darmadağın et rakip pota altını, BU MAÇA ADINI YAZ CİHAT…

Al başına belayı, Yalçın ağabey düşünmüş taşınmış ve final maçının kilit anını 19 yaşındaki çocuğun omuzlarına yüklemiş, evet kabul ediyorum çok gururum okşandı, ama ya beceremezsem ne olacak ???

Dizlerimin titremesinden oturduğum bank sallanıyordu. Maç konuşması bitti, sadece oyuncular ve teknik kadronun olduğu soyunma odamızda CİM BOM BOM umuzu çekip sahaya çıkmak için kapıyı açtık.

Aman Allah’ım !!! Gözlerime inanamadım koridordan sahaya kadar belki 100 metre uzunluğunda iki sıra insan seli bizi bekliyordu öyle bir alkış koptu ki ne diz titremesi kaldı ne de heyecan, sanki 19 yaşında bir delikanlı değil de dünyanın en iyi ve tecrübeli oyuncusu gibi gördüm bir anda kendimi. İşin esası bu sefer o kadar çok insan gelmiş ki hepsi birden soyunma odasına sığmayacakları için haksızlık olmasın diye kimsenin soyunma odasına girmemesi konusunda fikir birliğine varmışlar…

Sahaya çıktım ve Yalçın ağabey ne dediyse harfiyen yerine getirdim, maçtan önce yazdığı senaryo sanki sahada canlanıyor gibiydi. Teknik adam değil de, oyun içinde ne zaman ne olacağını önceden bilen bir büyücüydü sanki. Rüya gibi bir 40 dakika geçirdikten sonra küçük bir çocuk dev bir şampiyonlukta pay sahibi olma gururunu yaşıyordu. Herşey o kadar yolunda gitmişti ki, bu maçtan sonra A milli takıma seçilmiştim. Artık Yalçın ağabeyin gözüne girmiş olmalıydım…

Şampiyonluk sevinci yaşanan soyunma odasına girdi Yalçın ağabey ve yanıma geldi, doğal olarak tebrik bekliyordum ama suratı her zamanki gibi asıktı, anahtarlığını sallayarak fırçasını attı.

- Sen ne zaman adam olacaksın Cihat sana bu maça adını yaz dedim, kazı demedim...

Bu hayatım boyunca duyduğum en onur verici azarlamaydı... O çoktan önümüzdeki sezonu kafasında oynamaya başlamıştı bile. Şampiyonluk onun için sadece bir andı.

Bizleri hep daha iyi olmaya zorladığın için sana minnetarız Yalçın Ağabey...

Cihat LEVENT